Denizde geçen her filmi insan yüreği ağzında mı izlemeli!

Sürükleniş (Adrift) yaşanmış bir hikayeyi anlatan vurucu bir film. İzlerken insan diyor ki, ya bir de kazasız, belasız, ölüm ve kayıp olmadan okyanus aşan bir film olsun. Denizde geçen her filmi insan yüreği ağzında mı izlemeli!

Yaşanmış hikaye şöyle;  1983 yılının Eylül ayında iki nişanlı genç Tami Oldham Ashcraft, Richard Sharp 14 metrelik bir yelkenliyi Tahiti’den San Diego’ya götürmek için yola çıkar( 4 bin mil mesafede). Pasifik okyanus’undan geçerken bir fırtınaya yakalanırlar. Richard fırtına esnasında tekneden düşer ve kaybolur. Tami, 24 yaşındaki genç kız 41 gün boyunca denizde sürüklenir ve bir gemi tarafından kurtarılır.

Tami daha sonra 2002 yılında bu trajik olayın kitabını yazar; Red Sky in Mourning: A True Story of Love, Loss and Survival at Sea (Yasta Kırmızı Gökyüzü, Aşkın, kaybın ve denizde hayatta kalmanın gerçek hikayesi). Kitap İzlandalı yönetmen Baltasar Kormakur tarafından sinemaya uyarlanır.

Yalnızca enteresan olan iki oyuncu arasında aşk duygusunun filme pek yansımamış olması. Belki de filmin yönetmeni Baltasar Kormakur, Richard rolünde olsaydı daha güçlü bir duygusallık olabilirdi. Aşağıda filmin yönetmeni Baltasar ve Tami’yi canlandıran oyuncunun bakışmalarından bu ikisi arasında geçecek aşkın daha güçlü olacağı hissediliyor.

Filmin kamera arkası. Yönetmen ve Tami’yi canlandıran oyuncu. Kaynak: IMDB

Sürükleniş ismi filme çok uygun düşmüş. İki genç tanıştıktan sonra dünyayı tekneyle birlikte gezme kararı alır. Tam o esnada bir teklif gelir; “10.000 dolar ve dönüş uçak biletleri, teknemizi San Dieogo’ya götürür müsünüz?”  İşte bu soruya evet demeleri ile aslında sürükleniş başlar. Paraya doğru sürükleniş!

Gençler, birbirinizi bulmuşsunuz, takılın biraz, neden böyle bir sorumluluğu alıp apar topar Tahiti’den SanDiego’ya sürükleneceksiniz ki!

Sonra biri denizde kaybolur. Diğer sextant kullanarak, harita okuyarak, kafayı biraz kullanarak kendini Havai’ye doğru sürüklenmeye bırakır.

41 günlük sürüklenişinde onu ayakta tutan fıstık ezmesidir. Bir de hayalinde konuştuğunu sandığı, halisünasyon gördüğü nişanlısı, Richard. O hayali konuşmalardan birinde Rirchard “ben ölü ağırlığım” der.

Satır arasında söylenen bu ifade, bize de bir mesaj verir; “Herkesin kafasında ısrarla var etmek istediği, vedalaşamadığı ölü ağırlıklar var; şunu böyle yap, bu iyi olmadı, oraya gitme diyen… Ne zaman bu ağırlıkları atarsa insan o zaman güçlenir ve hayatta yapması gerekeni yapabilir. Tami de belli bir zaman sonra Richard’ın halisünasyon olduğunu, teknede tek olduğunu anlar. Bunu seyirci de onunla beraber görür ve şok olur. “Aaaa çocuk aslında yokmuş!”

Uzun lafın kısası, film zorlu deniz ve tatlı marina hayatı arasında “gel git”ler ile denizin iki yüzünü gösteren gerçekçi bir film.  Yaşanmış olduğunu bilmek de ilginç bir his yaratıyor.

Bir Cevap Yazın

%d