Bol bol dalış yapmak ve dünyanın en güzel su altı yaşamlarından birine sahip Zanzibar’ın renkli su altı yaşamını fotoğraflamak amacıyla İstanbul’dan Tanzanya’ya yola çıktık.
Dar es Salaam’a THY’nin İstanbul’dan direkt uçuşuyla geldikten sonra Zanzibar’a feribotla geçtik. Bir denizci olarak deniz yolunu tercih ederim daima. Tabi bir de lojistik nedenlerle deniz yolunu tercih etmek zorundaydık çünkü Dar es Salaam’dan Zanzibar’a sizi götüren pır pır uçaklarda kilo limiti var ve yanımızdaki su altı kameraları nedeniyle ağırlık kurtarmadığı için feribot tek seçeneğimizdi.
Duyduğumuz ilk söz Hakuna Matata
Zanzibar’da yerlilerdenen çok “Hakuna
matata” sözünü duyuyorsunuz.“Endişelenme”, “her şey yolunda” anlamında bir ifade. Aynı zamanda efsanevi Aslan Kral çizgi filminin soundtrack parçalarından biri “Hakuna Matata”
Hakuna Matata demelerine rağmen, Dar es Salaam’da feribot terminaline daha taksimiz yaklaşırken etrafımızı saran yerlilerin bizi ilk başta biraz tedirgin ettiğini itiraf etmeliyim. Biraz endişe ve ardından kelimenin tam anlamıyla Hakuna Matata, Endişeye yer yok burada

Stone Town’da bir meydan
Kalabalık, kargaşa, düzensizlik ve birden bire etrafınızı sarıp sürekli size bir şey anlatmaya çalışan, valizini taşımak isteyen yerliler ilk temasta biraz şaşırtsa da aslında orada da oturmuş bir düzen olduğundan emin olabilirsiniz. Orada geçirdiğimiz süre boyunca öğrendik ki size yol göstermek, valizinizi taşımak ya da bir şekilde yol göstermek için gelenler bu işi aslında bir dolar karşılığında yapıyormuş ve yardımına başvurduğumuz herkes dürüstçe hizmetini sundu, kimse ile kötü bir deneyimimiz olmadı.
Herkes sadece işini yapıyordu

Tur rehberimiz Santiago
Zanzibarlı’lar gerçekten cana yakın ve iletişime açık insanlar. Ana gelir kaynakları da turizm olduğu için turistlere ilgi epey yüksek. Bu arada tur rehberimiz Santiago, turistlerin turları büyük şirketlerden almasından yana kaygılıydı. Bizce de yerli firmaları desteklemek gerek.
Yolda, kumsalda sürekli size “jambo, jambo” diyerek yaklaşıp bir şeyler satmaya çalışan insanlar görebilirsiniz. İlgilenmediğinizde de sessizce uzaklaşıyorlar ve rahatsız etmiyorlar. Adadaki yoksulluğa rağmen bir tane bile dilenci yoktu. Herkesin bir şeyler satarak ya da size yok göstermek, eşyanızı taşımak gibi hizmetler sunarak para kazanmaya çalışması bence çok saygı uyandırıcıydı. Kendi güzel ülkem dahil daha zengin bir çok ülkedeki her sokak başı görülen dilencileri düşündürttü bana onların bu yaklaşımları….
Ada halkının büyük bir kısmı Müslüman ve çoğu yerleşim yerinde göreceğiniz 2-3 yaşlarındaki kız çocuklarının bile başı kapalı. Rehberimizle seyahatimiz esnasında şoföre neden daha bebek sayılacak yaşta çocukların başını kapattıklarını sorduğumda ise ileride kapanmak istemeyebilecekleri için küçük yaştan alıştırdıklarını söyledi.
Tabi bu tutuculuk nedeniyle okyanusun tadını sadece erkek çocukları çıkarabilirken denizde yüzen ve oynayan tek bir kız çocuğuna bile rastlayamadık maalesef

Prison Adası
Maldivler, Mauritius ve Seyşeller ile aynı suları paylaşan Zanzibar’ın su altı yaşamı, adanın kendisi kadar görülmeye değer. Biz dalışlarımızı, bir dalış cenneti olan Mnemba Adası ve atolü çevresi için One Ocean Diving Center ile organize etmiş ve her gün iki dalış planlamıştık. Otelimizi de dalış merkezine yakınlığına göre seçtiğimiz için adanın Matemwe bölgesinde bulunan Villa Kiva’yı tercih ettik. Televizyonsuz, okyanus ya da bahçe manzaralı ve balkonlu, otantik odaları; lezzetli menüsüyle çok doğru bir tercih yaptığımızı orada geçirdiğimiz her dakika hissettik. Dalış merkezinde ise dünyanın her yerinden gelen dalış tutkunlarını görebilirsiniz. Her sabah 8’de dalış merkezinde buluşup minibüslerle bizi ana dalış teknelerine götüren küçük teknelere gidiyor, iki dalış yapıp tekne ile dalış merkezine dönüyorduk. Dönüşte minibüs yolculuğuna gerek kalmıyordu çünkü güçlü gel-git öğlen saat 13:00 gibi bizi direkt dalış merkezinin olduğu sahile bırakıyordu.
Suların çekilmesiyle birlikte yerliler dipte kalan şaşkın ahtapotları ve diğer balıkları toplamaya başlıyordu. Denizin ortasında yürüyen insanların oluşturduğu bu görüntü kesinlikle izlenmeye değer. Biz bir yandan onları izlerken bir yandan da akşam soframızı şenlendirecek “catch of theday” in hangi balık olacağını bekliyorduk merakla.
Öğlene kadar bize cömertçe tüm zenginliğini sunan sualtındaki rengârenk yaşam ise muhteşemdi. Trompet balıkları, fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmayan utangaç kaplumbağalar, oyuncu yunuslar, prens balığı, mürenler, ahtapotlar,anemoncuklar, imparator balığı, aslan balığı, kral balığı, timsah köpekbalığı ve daha nicesi ile aynı ortamda bulunmak çarpıcı bir deneyimdi.
Dalış dışında adada yapılacak birçok farklı aktivite var. Yerlilerin geleneksel balıkçı tekneleri ile okyanusta yelken yapıp çamaşır ipiyle teknenin nasıl dizayn edildiğine hayret edebilir, öğleden sonra artan rüzgarla uçurtma sörfünün tadını çıkarabilirsiniz.

Freddie Mercury’nin evi
Spicetour, sevimli Colubus maymunlarının yuvası Jozani Forest, Prison Island, Stone Town ve tabi ki benim müzik ilahım Freddie Mercury’nin evi adada gezilecek diğer yerler ve hepsinin ayrı bir tarihi, etkileyiciliği var. Lokal yemeklerini ve içinde yeşillikten çok ahtapot olan “seasalad”larını ise İstanbul’a döndüğümden beri özlemle anıyor, tekrar orada olabilmeyi hayal ediyorum çoğu zaman.

Yazı Sevil Üregen – Fotoğraflar Haluk İskora
Bir Cevap Yazın